27 Nisan 2010

SUSMA SUSTUKÇA ASİT YAĞMURLARI YAĞACAK






Doğayı ve yaşamı savunanlar bu Pazar günü, Sinop’ta, Mersin’de ve Kadıköy’de meydanlarda buluştu. Kadıköy’deki mitingden birkaç fotoyu aşağıda paylaşıyorum.


Gerçekten keyifli, renkli, ve şenlikli bir eylem oldu. HES’lerin ve nükleerin tehditi altında olan bölgelerden gelen vatandaşların ve eylemcilerin varlığı da eylemi daha etkili kıldı.


Peki neye ve niye karşıyız?

Karadeniz'in el değmemiş vadileri, Ege ve Akdeniz'in dere ve çayları, Türkiye'nin her yerindeki akarsular, doğayı yok etme pahasına kâr peşinde koşanların saldırısı altında. Sadece Doğu Karadeniz’de 750'ye varan HES projesiyle, enerji bahanesiyle sularımızın kullanım hakkı şirketlere devrediliyor, sular tünellere hapsediliyor, yatağında akan su bırakılmıyor, Artvin, Rize, Trabzon, HESlerin, maden ve taş ocaklarının, yayla yollarının çok yönlü saldırısı altında: Dünyanın en nadide yağmur ormanları, doğal eski ormanları, akarsu vadileri tarümar ediliyor, üstelik bir de enerji nakil hatlarının yayacağı radyasyonla adeta her vadi bir Çernobil’e dönüştürülüyor.


Çoruh’tan Senoz Vadisi’ne, Yuvarlakçay’dan Fındıklı'ya, Görele'den Alakır'a , Loç Vadisi'ne kadar Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de derelerinin kurutulmasına, vadilerin yok edilmesine, HES inşaatları için ağaçların kesilip ormanların tahrip edilmesine karşı yöre insanları direniyor. Barajlar sadece akarsuları ortadan kaldırıp vadileri yok etmekle kalmıyor, insanları yerinden yurdundan ediyor ve tarihi mirası sulara gömüp ortadan kaldırıyor. Aynı zamanda milli park olan MUNZUR vadisini yok edecek sekiz baraj projesi Dersim halkının yıllardır süren mücadelesine rağmen devam ediyor. Yüzyılların mirası Küre Dağları Milli Parkı içinde akan Devrekani Çayı üzerine altı adet baraj projesi monte edilmeye çalışılıyor ve dünyanın ikinci büyük kanyonu olan Valla Kanyonu da HES'lerle tehdit ediliyor. ALLİANOİ'yi kurtarmak için yapılan girişimler dikkate alınmıyor ve Bergama'da yapılan Yortanlı barajı Allianoi antik kentini sular altında bırakmak için gün sayıyor. Tarihin en önemli tanıklarından HASANKEYF antik kentini sonsuza kadar baraj sularına gömecek olan Ilısu barajı bütün dünyaya mal olan dirençli mücadelelere rağmen sürdürülüyor. Termik santraller sadece iklim değişikliğini geri dönüşsüz noktaya yaklaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda bacasından çıkan zehirli dumanlarla çevresinde yaşayan insanlarda ciddi hastalıklara yol açıyor, ormanları ve tarım alanlarını tahrip ediyor.


Buna rağmen hükümet 50'yi aşkın yeni kömürlü termik santral projesiyle Gerze'den Bartın, Erzin, Yalova, Çanakkale'ye kadar Türkiye'nin her yerinde hem halkın sağlığını, hem doğayı, hem de yeryüzünün geleceğini tehlikeye atmaya devam ediyor.


Doğaya ve yaşama sahip çıkmak için kömüre hayır diyoruz. Yaşama kasteden projeler enerji yatırımlarıyla da sınırlı değil. Bergama, Eşme, Havran, Ulukışla gibi yerlerde altın madenleri, İstanbul'da üçüncü köprü, yeni otoyollar, taşocakları, çimento fabrikaları, golf sahaları gibi ormanlara, sulak alanlara, tarım alanlarına ve insan yerleşimlerine zarar veren, kentsel dönüşüm adı altında insanları yaşadıkları yerden koparan bütün yanlış projelere karşı Türkiye'nin her yerinde protestolar ve kampanyalar yükseliyor.

SİZE SARILMAYA GELDİM EFENDİM


Reha Erdem'in Antalya’da Altın Portakal'dan ödüllerle dönen filmi Kosmos'un gösterime girmesi uzun süredir bekleniyordu. Geçen hafta filmi görme şansımız oldu sonunda. Gerçekten Türkiye sinemasında şimdiye kadar yapılmış en ilginç, kendine özgü, tuhaf, tuhaf olduğu kadar üstüne düşündüren, gerçek anlamda düşündüren, alabildiğine de derinlikli bir filmle karşılaştık.


İlk sahnelerde insan sanki bir Tarkovski filmini izliyor gibi oluyor Kosmos’da. Hem Kars’ın doğal ortamı insanı böyle hissetmeye sevkeden, hem de filmin durağan ama şiirsel ve hüzünlü görüntüleri. Sonradan ise gerçekten çok farklı bir filmle ve anlatım diliyle karşı karşıya olduğumuzu farkediyoruz.


Filmde iki tema var esasında öne çıkan, birincisi ait olmamak. Filmin ana kahramanı durumunda Kosmos da insana her hareketi ve sözüyle buralara ait olmadığını hissettiriyor. Ve ikinci öne çıkan öğe ise sınırda olmak.

Film boyunca Kosmos yoksa bir mesih mi, İsa’nın hayatına çeşitli göndermeler mi var diye düşünülüyor. Evet Erdem, filmde kutsal kitaplardan bazı cümleler kullanmış, kutsal metinlerden alıntılar yapmış. Ama Erdem’in anlatmak istediği ve derdi çok başka şeyler esasında.
Kosmos, başka bir boyuttan karlar altındaki bir sınır şehrine geliyor. Şehirde kimileri sınırların açılıp ticaretin gelişmesini istiyor. Kimileri ise buna karşı mücadele ediyor. Yabancıları sevmediklerini açıkça belli ediyorlar. Şehir ahalisi, bu konuda çift taraflı propoganda içinde kalıyor. Şehirde sürekli top-tüfek sesleri duyuluyor bir yandan. Sanki o bahsedilen sınırda bir savaş yaşanıyor. Kosmos şehir ahalisine başta garip gelse de hareketleriyle, sonra bilgeliği, ettiği derinlikli sözler ve mucizeleriyle garipsenmeyen birisi haline geliyor.

Kosmos çalışmayı reddediyor. Hırsızlık yapıyor ama kendi için değil, başkalarına yardım etmek için. Kosmos, aşkı Neptün’de buluyor. Kosmos ve Neptün filmde birbiriyle çok az konuşuyor. Adeta iki kuş gibi anlaşıyorlar. Doğa sanki aralarında bir iletişim kurmuş gibi. Kosmos’un aşk yaşadığı Neptün’ün babasısının çalıştığı mezbahadaki hayvanların katledilme görüntüleri film boyunca tekrarlanıyor. Bu görüntülerde insanlığın kurduğu düzen var. Savaşan, birbirine zarar veren, mutsuz, diğer canlılara da zarar veren insanlar. Ama Kosmos’un yaraları iyileştirme gücü var. Bu onu hem bir kahraman yapıyor, hem de korkulan birisi.

Filmde iki sahne var, benim özellikle aklımda kalan, daha doğrusu iki cümle. Birincisi Kosmos’un başka bir şehirden Kars’a gelince boşluğa düşen orta yaşı öğretmene dediği ‘Size sarılmaya geldim, efendim’. İkincisi ise aşkla ilgili söylenen şu cümle: Aşk: “Sol eli başımın altında olsun, sağ da beni kucaklasın.”


Kesinlikle üstünde düşünmeye değer bir film Kosmos. Belki bir defa seyretmek yetmeyecek, defalarca seyredilmesi gereken bir film.

26 Nisan 2010

SİNOP NÜKLEER İSTEMİYOR



Çernobil Felaketi’nin yıldönümünde, Greenpeace eylemcileri, Sinop halkının hükümetin nükleer santral planlarına karşı başlattığı ‘siyah bayrak’ eylemine destek vermek için Sinop Kalesi’ne üzerinde ‘Sinop Nükleer İstemiyor!’ yazılı büyük bir pankart astı. Pankartın açılmasından sonra eylemciler ifadeleri alınmak üzere emniyet müdürlüğüne götürüldüler.


Çernobil Felaketi’nden ciddi şekilde etkilenen ve etkilenmeye devam eden Karadeniz ve Sinop halkı nükleer enerji karşıtı mücadelelerine yıllardır devam ediyor. Şehirde pek çok işyeri, ev ve balıkçı teknesinin “Sinop Nükleer İstemiyor!” yazılı bayraklar asarak, tepkilerini ortaya koymalarına rağmen, hükümet yerel ve ulusal düzeydeki bu tepkileri dinlemekten uzak.


Çernobil’in faturası: 358 Milyar Euro oldu


Çernobil Felaketi sırasında 600,000 kişi ciddi miktarda radyasyona maruz kaldı. Bu felaketten kaynaklanan ölümlerin 90,000’i bulması beklenirken, etkileri kuşaklar boyunca devam etti. Maddi boyutunda ise Çernobil felaketi yaklaşık olarak 358 milyar Euro’ya mal oldu. Bugün bir hayalet şehir olan Priyapat’ın da dahil olduğu çok büyük bir bölge kullanılamaz hale geldi.




BU ACI, YAS VE TRAVMA ESASINDA HEPİMİZİN


1915’te, nüfusumuz henüz 13 milyondu.
Bu topraklarda 1,5–2 milyon Ermeni yaşıyordu. Trakya’da, Ege’de, Adana’da, Malatya’da, Van’da, Kars’ta… Samatya’da, Şişli’de, Adalar’da, Galata’da…
Mahalle bakkalımız, terzimiz, kuyumcumuz, marangozumuz, kunduracımız, yan tarladaki rençberimiz, değirmencimiz, sınıf arkadaşımız, öğretmenimiz, subayımız, emir erimiz, milletvekilimiz, tarihçimiz, bestekârımız… Arkadaşlarımızdılar.
Kapı komşularımız, dert ortaklarımızdılar. Trakya’da, Ege’de, Adana’da, Malatya’da, Van’da, Kars’ta… Samatya’da, Şişli’de, Adalar’da, Galata’da…
24 Nisan 1915’te “gönderilmeye” başlandılar. Onları kaybettik. Artık yoklar.
Çok büyük çoğunluğu aramızda yok. Mezarları bile yok.
“Büyük Felaket”in vicdanlarımıza yüklediği “Büyük Acı” ise olanca ağırlığıyla VAR.
95 yıldır büyüyor.Bu “Büyük Acı”yı yüreğinde hisseden bütün Türkiyeliler bu hafta sonu 1915 kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğildi. Siyahlar içinde, sessizce.
Ve şöyle dediler, tüm saldırılara rağmen, tüm masumiyetleriyle
"Bu acı bizim acımız, Bu yas hepimizin"