30 Ekim 2008

ABD'NİN ÜÇÜNCÜ SEÇENEĞİ: RALPH NADER






















ABD’de 4 Kasim’daki baskanlik seçimleri yaklasiyor. Obama ipi gögüslemeye ve Amerika'nin ilk siyah baskani olmaya çok yakin artik. ABD'deki seçim sistemi Avrupa ve Türkiye'deki sisteme göre disardan bakildigindan çok farkli görünüyor. Iki partinin domine ettigi bir seçim sisteminden sözediyoruz. Ya Demokratlar ya Cumhuriyetçiler. Ya Barack Obama ya da John McCain.

Oysa, seçimlere adayligini koymus 8 aday daha var bu seçimde. Devletlestirmeyi kati biçimde savunan, kürtaji savunan, ABD Küba'ya ambargosunu kaldirsin, nükleer enerji karsiti sosyalistlerden ve yesillerden tutun, kürtaj karsiti silah edinmenin anayasal hak oldugunu savunan asiri muhafazakar isimlere kadar 8 aday daha baskanliga adayligini koymus durumda. Yesiller Partisi, liberal solda olan Özgürlükçü parti, Sosyalist Parti, Sosyalist Isçi Partisi, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi bir yanda, muhafazakar sag görüslü Anayasa Partisi ve Amerika'nin Bagimsiz Partisi diger yanda.

Seçimlere katilan bir diger isim ise Ralph Nader. Esasinda ilk duyusumuz degil onun ismini. ABD siyaseti içinde hep ismi geçmis, bir alternatif olagelmis bir isim Nader. Lübnanli göçmen bir ailenin çocugu olan. 34 dogumlu. 1965’lerden bu yana Çevre Koruma Idaresi, Çalisma Güvenligi ve Sagligi Idaresi, Tüketici Ürünleri Güvenlik Komisyonu gibi devlet kurumlarinin olusumuna ve Bilgi Edinme Özgürlügü Yasasi’nin çikarilmasinda etkin rol oynadi ve genis halk kitlelerince tanindi.Nader, 1996’da Yesil Parti’den baskan adayi olmus, o güne göre radikal düsünceleriyle gündem yaratmisti ABD'de.

2000 seçimlerinde yine adaydi ve yüzde 3 oy almisti. Bu yüzden birçok demokrat tarafindan düsman ilan edildi. Al Gore’un seçimi kilpayi kaybetmesinden sorumlu tutuldu. 2004’te bagimsiz baskan adayi olan Nader, bu yil 45 eyalette bagimsiz , bazi eyaletlerde Baris ve Özgürlük Partisi, bazi eyaletlerde ise Yeni Bagimsiz Parti’den baskan adayi.

Nader’in görüsleri sosyalist görüslere çok yakın demek mümkün. Egitim ve saglik hizmetlerinin devletlestirilmesi, Irak'tan topyekün çekilinmesi, nükleer enerjiden vazgeçilmesi, bireysel silahsizlanma, tüketici haklari. Birçok konuda Nader'in savunduklari sol politikalarla örtüsüyor.
Nader'in yine yüzde 2-3 oraninda oy alabilecegi öngörülüyor bu seçimlerde. Ama bu kez Demokratlardan tepki görmeyecek gibi, çünkü Obama'nin seçime günler kala ABD'nin yeni baskani olacagi artik kesin gibi gözüküyor.
Umariz ABD ve dünya siyaseti için yeni bir umut olan Obama, zamanla McCain'lere degil de Nader'lere yaklasir fikirsel ve eylemsel açidan.

28 Ekim 2008

Aç kapa, aç kapa, Artema: İşte Türkiye demokrasisi


Türkiye’de internet konusunda son üç gün içinde yine çok farklı bir deneyim yaşandı. “Burası Türkiye” dedirtecek türden bir gelişme daha bu ülke tarihinin sayfalarına yazılıverdi. 24 Ekim Cuma gecesi Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kapatılan Blogger.com 28 Ekim günü öğlen saatlerinde tekrar erişime açıldı. Onbinlerce blog yazarı bu yasaktan üç gün boyunca nasibini aldı.

Duyduğum bilgilere göre, mahkeme ortada yeterli delil bulunmadığı için blogger.com’a erişimi engellemeyi durdurmuş. Ee o zaman deliller yetersizse neden en başta erişimi engelleme kararı alındı, anlamak mümkün değil? Ama gerçekten Türkiye için bu utanç verici olayda Türkiye’ye özgü anlayışlar, yaklaşımlar, düşünüş şekilleri tekrar ve tekrar ortaya çıktı, kendini üretti.

Bunlardan birincisi pire için yorgan yakma anlayışı. İnternet yasaklarıyla adeta pire için yorgan yakılıyor ve büyük bir adaletsizlik yaratılıyor sürekli. Nokta atışlarla çözüme gitmektense herşey tümden kapatılıyor ve bazılarına göre sorun çözülüvermiş oluyor.

Ve özel koşullarımız olduğu, biz dünyaya değil dünya bize uysun kafasının bir yansımasını da bu olayda gördük. Türkiye adeta dünya internetine kendi kurallarını empoze etmeye çalışıyor ve bunu sadece yasaklarla yapıyor ne yazık ki. Yasaklar, suçluyu değil, sıradan vatandaşı ve internet üzerinden iş yapan, gelirini kazanan, farklı konularda görüşlerini paylaşan insanları etkiliyor. TC mahkemeleri ve diğer ilgililer kolaycı bir yaklaşımla her şeyi yasaklayarak, haksızlığa sebep olarak suç işliyorlar. Yasaklar, Türkiye’nin demokrasi ve bilgi toplumu projeleriyle uyuşmuyor (Tabii gerçekten böyle projeler var mı, bunlar da tartışma konusu)
Türkiye bir an önce internetteki zararlı içerik ve bilişim suçları ile artık demokrasiyi ve insanların düşünce ve görüşünü yayma özgürlüğünü kısmadan mücadele etme yoluna gitmeli, bunun için yol haritasını bir an önce çizilmeli.

Ama tabii ki önce kafalar değişmeler, zihniyetler değişmeli. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Türkiye’de bilgi iletişim alanında ihtisaslaşmış mahkemelerin bulunmadığını belirtiyor, "Zamanla bu konuda da ihtisaslaşma olacak, internet sitelerinin tamamen kapatılması uygulamaları sona erecek" diyor. E peki şimdiye kadar nerdeydiniz? Sayın Bakan bir de "Bu ülkenin kanunlarına tabi olduklarını bilmeleri lazım" buyurmuş Youtube, Facebook gibi kurumlara ithafen. Sanki dünyanın en modern, en çağdaş, en özgürlükçü ülkesi, yasaları, anayasası bizde de? Bir de ülkeyi yönetenlerin yayınlanan bir karikatürde kedi şeklinde çizilmeye bile verdiği tepkileri hatırlıyor insan ister istemez.

Türkiye’yi yöneten kadroların sadece bilişim konusunda değil hiçbir konuda demokratikleşme projelerini yönetme ve onları başarıya taşıma potansiyelleri yoktur. Bunun da ötesinde Türkiye’de rejimin, devletin, kadrolarının da buna önayak olacağını düşünmek, bu ortamı hükümete sağlayacaklarını düşünmek de aşırı ama aşırı bir iyimserlik olacaktır.

16 Ekim 2008

ZENGİN EĞLENCESİ DOĞA DÜŞMANI BIR SPOR (?) DALI: GOLF


Son 3 yılda iki kez basın toplantıları için Belek'e gittim. Birincisi 3 yıl önceydi, yeşil alanlarda hummalı bir çalışma yürütülüyordu, ağaçlar bir bir kesiliyordu, yapay göller oluşturuluyordu. Golf sahalari için yerler açılıyordu yani. Belek'i golf turizminin merkezi yapma çalışmaları aralıksız devam ediyordu. Bu yılın başlarında tekrar gittiğimde Belek'e, gördügüm manzara dehşete düşürmüştü beni. 2,5 yıl önce halen ormanlık olan alanlar artık birer golf sahaları olmustu. Zengin oldukları her hallerinden belli adamlar sahaların içinde golf oynuyordu.

Golf sporu Türkiye'de pek gündemde bir spor dalı değildir. Son zamanlarda ise bu spor oldukça gündeminde Türkiye'nin "Golfçü Paşa"mız sayesinde. Hava Kuvvetleri Komutanı Aydogan Babaoğlu, kanlı Aktütün baskını sırasında Golf oynamayı sürdürdüğü, şehit cenaze törenlerine katılmadığı için kamuoyunun tepkisini üzerinde toplamış, istifaya davet edilmişti. Halbuki Babaoglu'nun eleştirilmesi gereken tek noktası bu değildi, onun golf oynaması da başlı başına bir eleştiri konusudur. Golf sporuna bir de başka bir açıdan bakalım haydi.

Bilimsel verilere göre; bir golf sahası yılda hektar başına ortalama 10 bin ile 15 bin m3 suya ihtiyaç duyuyor. 100 hektarlik bir golf sahasının bir yılda tüketeceği su miktarı yaklaşık 1 milyon m3. Bu da 12 bin nüfuslu bir yerleşimin ortalama yıllık su tüketimine eşit. Golf sahalarında kullanılan kimyasal maddeler de çabasi. Golf sporunun doğaya ve topluma karşı vurdumduymazlığın son noktalarından biri olduğu su götürmez bir gerçek.

Golf sahaları için çok değerli agaçlar kesiliyor. Bitkü örtüsü, ormanlar, içinde yasayan canlı türleri göz göre göre feda ediliyor. Binlerce bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapan Sorgun Ormanı Türkiye'de bu şekilde da feda edilenler arasında yer almıştı. Sorgun ve Belek"te çevreciler ve duyarlı insanlar direnmiş, bazı alanlar kurtarılmış, bazıları ise maalesef durdurulamamıştı. Golf alanları açmak için ormanların, bitki ve canli türlerinin feda edilmesine karşı mücadele halen devam ediyor herşeye rağmen.

Ne garip di mi, Türkiye'de bir ormanlık alanın askeri bölge olması eskiden o yeşil alanın kurtulduğu anlamına gelirdi, fakat bu golfçü paşa hadisesinden sonra ordunun doğayı koruduğu düşüncesi daha çok sorgulanacak artık o kesin.

Çok değil yakın gelecekte susuzluktan kırılacak bir Türkiye, sadece yurtdışından golf tutkunu CEO'ları ülkeye çekmek için bu golf tutkusundan ve bu tutku uğruna değerli varlıklarını feda etmekten vazgeçmeli. Yeni Sorgun'lar ve Belek'ler olmaması için.






12 Ekim 2008

FAŞİZME VE IRKÇILIĞA YEŞİL SAHALARDA DA HAYIR !



1916 yılında Güney Amerika Kupası maçında Uruguay’a 4-0 yenilen Şili maçın iptalini talep eder. Gerekçe ise Uruguay forması giyen iki siyahi oyuncudur. Şili yöneticilerine göre siyahi oyuncular insan değildir. Bu olayın üstünden neredeyse 100 yıl geçmiş ama ırkçılık halen dünya ve futbol hatta genel olarak spor dünyası için ciddi bir sorun olmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta oynanan Dünya Kupası elemeleri maçlarından birine yine ırkçılık damgasını vurdu. İki takım taraftarının attığı ırkçı sloganlar ve saha dışında meydana gelen olaylar maçın önüne geçti. Maça gelişleri sırasında etrafa saldıran ve ırkçı tezahüratlar yapan İtalyanlar, stad içinde de koltukları kırıp Bulgar seyirciler üzerine attılar. Bunun üzerlerine de Bulgarlar İtalyan milli marşını ıslıklayınca, İtalyanlar Bulgar bayrakları yaktı ve tribünler iyice karıştı. Olaylar çok büyümeden Bulgar emniyeti tarafından kontrol altına alındı. UEFA bu olaylar sonrası büyük cezalar vermeye hazırlanıyor.

İki ülke de zaten futbolda ırkçılık konusunda oldukça sabıkalılar. Çok sure geçmedi üstünden, Bulgaristan Birinci Futbol Ligi takımlarından Botev Plovdiv'in üç puanı, taraftarlarının Levski Sofya maçında açtığı ırkçı pankart nedeniyle silinmişti. Bulgaristan Futbol Federasyonu'ndan yapılan açıklamada, geçen ayki Levski Sofya maçında, taraftarları ırkçı pankart açan Botev Plovdiv'in 3 puanının silindiğini bildirilmişti. Bu ceza ile Bulgaristan'da bir kulübün puanı, ilk kez ırkçılık nedeniyle silinmiş oldu.

İtalya’da da yıllardır futbolda ırkçılık ve faşizm çok ciddi bir sorun ve bu sorunun önüne geçilemiyor. Bu ülkedeki insanın aklına gelen ilk örnek ise Lazio kulubu hiç kuşkusuz. Ve onların sembol (!) oyuncusu Paolo Di Canio. Neo-faşist selamı vererek büyük bir kesimden tepki alan Di Canio bunun bir Roma Selamı olduğunu ifade etmişti, ama kimse ona inanmamıştı tabii. İtalyan futbolcu Livorno ve Juventus maçlarında yaptığı selam yüzünden 7000 Avro ve 1 maç ceza almıştı geçen yıl.

İspanya, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda gibi çeşitli Avrupa ülkelerin yeşil sahaları da ırkçıların ve faşistlerin pislikleriyle kirleniyor. İspanya’nın en ırkçı taraftar kitlesine sahip olduğu bilinen Real Zaragoza’nın maçlarında maymun sesi eksik olmuyor. Zaragoza gibi birçok kulubun taraftarı ırkçılıklarıyla sürekli gündeme geliyor. Bu konuda Eto’o en sıradışı tepkiyi vermişti. Bir maçta sürekli ırkçı aşağılamalara maruz kalan Eto’o, çareyi saha dışına çıkmakta bulmuş, hakem ve oyuncular onu zorla yolundan çevirmişlerdi. O dönem Çarşı Grubu, “Hepimiz Eto’o’yuz” pankartıyla Eto’o’ya destek vermişlerdi.

Aragones’e de ayrı bir paragraf açalım. Hani şimdilerde Fenerbahçe’nin başında olan Aragones. İspanya milli takım teknik direktörü Aragones’in Jose Antonio Reyes’e Henry'i kastederek, ''çık o pis zenciyi sahadan sil'' demesi ve bunun basına yansıması büyük tepki çekmişti. İnsanlardaki kötü imajını silmek için basına demeç veren teknik adam ''Ben onu oyuncum motive olsun diye söyledim'' demişti. Ne yazık ki bu yıl Türkiye’de kulupler Baros, Emre, Aragones gibi ırkçılıkla suçlanmış ve çok da aklanmamış isimleri Türkiye’ye getirmekte sakınca görmediler.

Bizde ırkçılık yoktur!!! Gerçekten öyle mi?

Hep tekrarlanan bir söylemdir. Türkiye’de ırkçılık yoktur denir. Halbuki gerçek hiç de öyle değil. Hakem Aydın Beşiktaş maçını yönettikten sonra kendisine uzatılan mikrofonlara Pascal Nouma’dan zenci diye bahsetmesi hala akıllarda. Çarşı ise diğer hafta tribünlere ‘Hepimiz zenciyiz’ pankartını asmıştı. Balili, Revivo gibi geçmişte Beşiktaş’ta oynayan Sırp Mrkela gibi oyuncular da ırkçı tezahüratlardan paylarını almışlardı. Mehmet Ali Yılmaz Trabzsonspor Başkanı iken İngiliz oyuncu Kevin Campbell için ‘Yamyam’ demişti. Büyük tepki alan Yılmaz yaptığı açıklamada “ben ona Arap demek istedim” diyip daha da diplere doğru çekmişti kendini, Kevin Campbell’ın de apar topar Türkiye’den gitmesine engel olamamıştı.

Tabii bunca kirliliğe, çirkinliğe rağmen güzel şeyler de oluyor yeşil sahalarda. Mesela Hapoel Tel Aviv-Maccabi Tel Aviv maçında Hapoel Tel Aviv taraftarlarının Fransızca, İngilizce, Türkçe, Arapça, Rusça, Yunanca açtığı “Irkçılığa Hayır” pankartları. Yukarıda resmini görebilirsiniz ırkçılığa verilen bu güzel tepkinin.

Futbol, toplumda saklı kalan, toplumda zaten mevcut olan düşüncelerin açığa çıktığı bir alan. Buna bağlı olarak, futbol kimi görüşlerin yaygınlaştırılması için kullanılabiliyor, ancak ırkçılık ve ayrımcılık toplumda var olduğu sürece futbolda da var olacak. Irkçılık ve faşizm, şu an dünya futbolunun önündeki en büyük tehlike hiç kuşkusuz. “Futbolda Faşizm ve Irkçılık” konusuna tekrar değineceğim zaman zaman.





5 Ekim 2008

100. Dogumgününde Güleryüzlü Bir Sosyalist: Mehmet Ali Aybar




Mehmet Ali Aybar'in "Neden Sosyalizm" kitabını ilk okuduğumda sol siyaset ve sosyalizm üstüne birçok düşüncem ve yaklaşımının temelden degiştiğini hatırlıyorum. Beni şimdiye kadar olan sosyalizm deneyimlerini ve de Türkiye içindeki çesitli sol oluşumları ve partileri sorgulamaya itti bu kitap, Aybar'in düşünceleri ve sosyalizme yaklaşımı siyasi ve toplumsal fikirlerimi şekillendirdi ve ya da şekilllendirmemde bunları en bastan, yol gösterici oldu. Dünyayı emekten ana okurken, hayata soldan bakarken, yoldaşlarını kıyasıya eleştirmekten de kaçınmayan bir sol siyaset adamı. Yıllar sonra bugün bile eksikliğini çektigimiz sadece bir siyaset degil bir fikir ve eylem insanı. da. "Güleryüzlü Sosyalizm"i lügatlarımıza sokan Mehmet Ali Aybar'ın 5 Ekim 2008 100.dogumgünü. Bu vesileyle bu büyük insanı tekrar bir anımsatmak ve hayat hikayesinin üstünden tekrar bir geçmek istedim.

Mehmet Ali Aybar 5 Ekim 1908'de doğar. Galatasaray Lisesi'nden sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Aynı fakültede Anayasa Hukuku asistanı, hukuk doktoru ve devletler hukuku doçenti olur. 1946'da yazıları nedeniyle doçentlik görevine son verilir. Önce Hür, sonra Zincirli Hürriyet gazetelerini çıkarır ve buralardaki yazıları nedeniyle 1949'da 3 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılır.Gazeteleri çıkardıkları merkezler basılır, kundaklanır. 1950'de genel afla serbest bırakılır. 1962'de Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) genel başkanı seçilir. 1965 ve 1969 genel seçimlerinde bu partiden İstanbul milletvekili seçilir. Aynı dönemlerde Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgaline karşı çıkar. Bu karşı çıkış TİP'de büyük bölünmelere sebep olur. Bu görüşlerine karşı çıkanlar arasındaki anlaşmazlığın büyümesi üzerine 1969' genel başkanlıktan, 1971' de de parti üyeliğinden istifa eder. 1975'te, kısa bir süre sonra Sosyalist Devrim Partisi adını alacak olan ve 12 Eylül 1980'de diğer partilerle birlikte kapatılan Sosyalist Parti' yi kurar.15-16 Haziran direnişi nedeniyle yargilanan DISK’in avukatligini üstlendi.Gençlik yıllarında sporda başarılar göstermiştir. 1928-1935 arası Türk Milli Atletizm takımında yer almış, bu dönemde 100 ve 200 metre bayrak yarışlarında Türkiye rekorları kırmıştır. Aybar, 1931'de Balkan şampiyonu olan 4 X 100 bayrak takımının da başarılı koşucuları arasındadır. Mehmet Ali Aybar 10 Temmuz 1995'de İstanbul'da, tedavi edildiği Florance Nightingale Hastanesi'nde kalp yetmezliği sonucu öldü.

Amerika’nin Vietnam’daki savaş suçlarını sorgulamak için kurulan Russell Mahkemesi’nin de başkanlığını yapan Aybar, Vietnam’da direnişin efsanevi komutani Nguyen Vo Giap’a, tanık oldugu yakışıksız bir olay üstüne “Şunu bir kere daha anladim ki insan sosyalizm için degil, sosyalizm insan içindir” demişti. Bu bile onun sosyalizmden ne anladigini çok iyi ortaya koyuyor. Bugün bile çoğu solcuyum diyen insanın anlamadığı birşey bu. Leninist dikey örgütlenme biçiminin, sosyalizmin en büyük sorunu oldugunu savundu hep. Hayattayken acımasızca eleştirilmişti ama en sonunda o haklı çıkacaktı.

Bugün de Türkiye solunun önünde aydınlık bir fenerdir Mehmet Ali Aybar.

3 Ekim 2008

4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü:Baskı ve sömürüye karşı çıkmak “Türcülüğe” karşı çıkmayı da gerektirir




İnsan en akıllı tür olduğuna inanmıştır çağlar boyu. Tüm dünya onun için yaratılmıştır, diğer hayvanların varlığının anlamı onları eğlendirmek ve onlara besin olmakla sınırlıdır. Her şeyin ve bu arada da her canlının kendisinin kullanımına sunulmak üzere var olduğunu sanan kibirli ve bencil bir türdür insan, zevki için diğer canlıları öldüren tek canlı türü. Yıllarca böyle kabul edildi. Ama gün geldi herşey gibi bu düşünce de sorgulanmaya başladı. Hayvan hakları savunucuları ve vejetaryenler bu kalıp düşünceye karşı çıkmaya başladılar. Özellikle Peter Singer, “Hayvan Özgürleşmesi” (Ayrıntı Yayınları tarafından Türkiye’de de yayınlandı) eseriyle bu alandaki en önemli kaynağı verdi belki de. Ama en moderninden, en muhalifinden insanlar bile hayvan haklarını görmezden geldi, gündemlerinde geri plana ittiler, küçümsediler. Esasında içlerine işledi bu suçun vicdansal sızısı ama kabullenmek istemediler. Yeri geldi dinden kutsal kitaplardan yardım aldılar. 15 Ekim 1978 tarihinde de Paris'te “Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi” ilan edildi.

İnsan ne yazık ki günümüzde kendisi ile birlikte tüm canlı yaşamını felakete sürüklüyor. 4 Ekim “Dünya Hayvan Hakları Günü”nde insanlık şapkasını önüne koyup tekrar tekrar düşünmeli bu konuyu. Özellikle tüm solcular bu sorgulamayı yapmalı kendi içinde. Tıpkı ırkçılığa, cinsiyet ayrımcılığına, savaşa, nükleere, işkencelere, baskılara, sömürüye, soykırımlara karşı çıktığı gibi sol siyaset, türcülüğe de, yani bir türün başka bir tür üzerine tahakküm kurmasına da karşı çıkmalı, buna karşı mücadele etmeli. Birgün Gazetesi’nden Türkiye’nin önde gelen hayvan hakları mücadelecilerinden Yalçın Ergündoğan’dan bir alıntı yapmak istiyorum tam bu noktada: “Doğanın ve hayvanların ne kendini savunacak avukatları, ne çıkarlarını koruyacak sendikaları, ne de oy hakları var. İnsan merkezci saplantılarımızı, kibirimizi terk edebildiğimiz ölçüde diğer türlerle yaşamı daha eşit paylaşabilmeye yaklaşabileceğiz.”
Şunu unutmayalım, bir hayvanın çıkarlarının gözetilmesi için mutlaka şirin, insanlara yararlı ya da soyu tükenme tehlikesi içinde olması gerekmez. Her canlının yaşama hakkı vardır ve her canlının yaşama hakkı savunulmalı, yasalarla güvence altına alınmalı en önemlisi de bu haklar toplumsal bilinçle güvence altına alınmalıdır.