19 Mayıs 2009

O KUPA EN ÇOK BU GÜZEL İNSANIN ELİNE YAKIŞIR




Mircea Lucescu yine farkını gösterdi. Lucescu, daha önce çalıştırdığı G.Saray ve Beşiktaş’ın taraftar gruplarına 50’şer bilet satın aldı. Werder Bremen’le Şükrü Saracoğlu Stadı’nda UEFA Kupası finaline çıkacak olan Shakhtar Donetsk’in teknik patronu Mircea Lucescu, G.Saray'a Süper Kupa ve Türkiye şampiyonluğu, Beşiktaş’a ise 100. yıl şampiyonluğunu yaşatmıştı. Lucescu, “İki kulüp taraftarı da beni inanılmaz bir şekilde uğurladı. Onları hayatım boyunca unutamam” dedi.


Türkiye’de gerçek futbolseverin kalbinde ayrı bir yeri vardır Lucescu’nun. Belki de Derwall ile birlikte Türkiye’de en büyük saygıyı, taraflı tarafsız herkesin sevgisini, takdirini kazanmış ender hocalardandır. Tabii bu takdire ve sevgiye giden yolu çok çetrefilli oldu onun için. Belki de Türkiye’de en çok aşağılanmış, hor görülmüş teknik direktörlerdendi, ama eninde sonunda herkese kabul ettirdi kalitesini ve farkını.


Mircea Lucescu, özellikle Galatasaray’da zor günler geçirdi. Fatih Terim’in kadrosuyla mukayese edilmeyecek bir kadroyu çalıştırdı ama büyük başarılara koşturdu takımı ama kimseye yaranamadı ve gönderildi. Beşiktaş’a geldiğinde ise görece kendini kabul ettirmişti. Beşiktaş’ı şampiyon yaptı, UEFA Kupası’nda çeyrek finale çıkardı. Taraftar delicesine sevdi onu, futbolcular da. Pascal Nouma’nın Lucescu’nun elini öperken çekilen fotosu halen birçok Beşiktaşlının aklında ve kalbindedir.


Hakkında söylenmedik nerdeyse hiçbir şey kalmamıştı Türkiye’deyken Lucescu’nun. Dağınık saçlarından, kısık bakan gözlerinden tutun da, giyinişine, Çingene kimliğine kadar. “Bizim köşedeki manava benzeyen adamdan teknik direktör mü olur” bile dendi. Sert bakışlarıyla karizma yaptığını zanneden futbol adamlarının dünyasında farklı bir yerdeydi oysa ki o. İnsani yanıyla farklıydı herşeyden once. Katıksız beyefendiydi. Altı dil bilen bir futbol kültürü adamı.
Türkiye’de futbol dünyasındaki her türlü pisliği eleştirdi. Bu da onun sonu oldu zaten. Hakemleri, Merkez Hakem Kurulu’nu, Fenerbahçe yönetimi ve Federasyon’u hedefledi, haksızlıklara karşı çıktı. Türkiye’yi Çavuşevsku’nun Romanya’sına benzetirken çok tepki topladı, ama akılcı düşünenler bunun ne kadar doğru olduğunun acı bir şeklinde farkındaydı.


Ben şahsen can-ı gönülden istiyorum UEFA Kupası’nın İstanbul’da onun elinde havaya kalkmasını. Lucescu da, üç büyüklerin içinde çalıştırmadığı tek takım olan Fenerbahçe’nin stadında belki de bir şampiyonluk tadacak. Şimdilik tabii, yoksa Aragones’i gönderen Fener’in listesinde Lucescu da var. Ama birçok futbolseverin dileği de, onun Fenerbahçe’ye veya diğer hiçbir Türkiye Ligi takımına dönmemesi, Türkiye’e gelmemesi. Çünkü Türkiye’de futbol onun gibi birisini kaldıracak kadar temiz değil, hiçbir zaman da olmadı



IŞIKLAR İÇİNDE YAT KARDEŞİM


Agos'un Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de öldürüldüğü gün gazete binası önündeki kalabalık içindeki isimlerden biri de, Prof. Dr. Türkan Saylan'dı.

Dink için açılan taziye defterindeki ilk yazı da Saylan’a aitti. Saylan, yazısının sonunda şöyle diyordu: “Daha adil, insanlarına, fikirlerine saygılı bir Türkiye için çalışacağız. Işıklar içinde yat kardeşim.”

Bugün sonsuzluğa uğurluyoruz Saylan’ı.

Bazen insan fikir ayrılıkları yaşadığı, arasında ideolojik farklılıklar olan bir insana da saygı duyar. Saylan, bu insanlardan belki de başta geleniydi. Radikal İslamcıları ve kendilerinden farklı düşünen herkesi faşist ilan eden liberaller dışında herkesin saygısını kazanmıştı.

Ben de açıkçası her zaman her görüşünü benimsemedim Saylan’ın. Tek bir yaşam tarzını çağdaş diye niteleyip, diğer yaşam tarzlarını çağdışı görmesi şekilci bir anlayış olarak göründü gözüme hep. Onu ezilen Kürt kızlarının, yine ezilen başörtülü kızların da yanında görmek istedim hep. Ama o ve ÇYDD hep tek bir açıdan bakmayı benimsemişti bir kere kadının ezilmesi sorununa.
Ama işte o farklıydı diğerlerinden. En tek taraflı cümlesinde bile insancıllığını hissettiriyordu karşısındakine.

“Ne şeriat ne darbe” mesajı vereceği için İzmir’de Cumhuriyet mitinginde konuşturulmadığında onun acısını ve isyanını yürekten hisseden öyle çok insan vardı ki, biri de bendim. Darbeciliğe karşı bir duruş gerçekleştirse de yine de Ergenekon soruşturması kapsamında ona yapılanlar da hayatının son döneminde ona yapılmaması gereken bir şeydi. Onun Doğu Perinçek'lerin, Kemal Kerinçsiz'lerin, Tuncay Özkan'ların, Veli Küçük'lerin, Şener Eruygur'ların yanında yeri olamazdı, olmamalıydı. Bu her zaman bir ayıp olarak hatırlanacaktır, bu ülkede milyonlarca hukuksuzluğun yanında tarihte hep yazacaktır.

İnatçılığıyla, direnişçiliğiyle, aksi olmadan geliştirdiği isyankarlığıyla örnek bir kadındı, huzur içinde uyusun.

15 Mayıs 2009

MİLLİ "HADİSE"MİZ ve TRT'NİN MEMUR SEÇİMİ



Bugünlerde en mühim milli meselemiz “Hadise” meselesi. Düm Tek şarkısıyla Eurovizyon şarkı yarışmasında finale kaldı Hadise. Eurovizyon’a uygun, orada başarı kazanabilecek, muhtemelen ilk üçe girecek bir şarkı. Kalitesiz ve boş değil, ama çok üst düzey de değil.


Son bir haftadır ise Hadise’nin yaşadığı büyük stresi basında takip ediyoruz. Hadise, adeta 26 yıl sonra kupayı almak için kupa finaline çıkan Fenerbahçeli futbolcular kadar omuzlarında büyük bir yük hissediyor sanki.


Başta TRT’den olmak üzere, Hadise üzerinde büyük bir baskı var. Yaşadığı sağlık sorunları da bu baskının göstergesi olsa gerek. Ne yazık ki bizde Erovizyon işi hep böyle olageldi. Adı üstünde bir şarkı yarışması ama bir milli mesele olarak algılandı. Şurası da kesin ki, bu hep böyle olacak, hep böyle devam edecek.


Son yıllarda Türkiye müzik dünyasının birçok önemli ismi, grubu bu şarkı yarışmasına katıldı. Athena, Mor ve Ötesi, Kenan Doğulu. Ama seçilerek değil atanarak. TRT’nin Eurovision için yaptığı seçmeler son yıllarda bir memur atamasını andırıyor adeta. Bence bu tarz birini memur etmek yerine, eskisi gibi elemeler yapmalı. Bir yandan Athena, Mor ve Ötesi gibi gruplar tüm kariyerlerini riske atabiliyorlar, biryandan genç yeteneklerin önü kapanıyor.


Bir başka sorunsalımız da dil konusu. Türkçe mi İngilizce mi. Şurası kesin ki, genelde İngilizce şarkılarla ilk üçe girilebiliyor. Bunu gören TRT de zaten İngilizce şarkı üstünde duruyor hep. Ama eğer gerçekten Türkiye de müziği tanıtma amacı olsa, çok farklı şarkılarla gidilirdi. Ama bunu da bir devlet kurumu olan TRT’den beklemek hayalcilik olur. Neyse, herşey bir yana, Hadise’ye başarılar. Yarışma bitsin de bir an once şu streslerden, baskılardan kurtulsun. O da biz de rahat edelim, huzura kavuşalım yine.



10 Mayıs 2009

ONLAR, HAYATLARININ BAŞINDA ANNESİZ KALANLAR



Bugün gazetelerde insanın içini burkan bir görüntü vardı. Mardin'deki korkunç saldırıda annelerini yitiren çocuklar mezarlara koymak için çiçek topluyordu. Mardin’in Mazıdağı ilçesinde 44 kişinin ölümüne neden olan akılalmaz saldırının yaşandığı Bilge köyünde yaşanan buruk Anneler Günü’nde. Tüm dünyayı şoke eden ama törenin, silahlanmanın, koruculuğun, erkek egemen düzenin ne menem birşey olduğunu bilen bizler için çok da şok edici olmayan saldırıda, henüz yaşamlarının baharında olanlar, çocukluklarını yaşayamayanlar ile anne karnında yaşama merhaba diyemeyenlerin de bulunduğu 6’sı çocuk, 16’sı kadın toplam 44 kişi öldürüldü. Kadınlardan 3’ü hamileydi. Geriye çevrelerinde neler olup bittiğini bilmeyen çocuklar kaldı. Hem annesi hem babası öldürülen 0-12 yaş arasında 15, 13-18 yaş arasında 16, annesini yitiren 10, babasını kaybeden 7 çocuk olmak üzere toplam 48 çocuk, Mardin Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca köyün dışında kurulan çadırda uzmanların nezaretinde yaşadıkları acı olayın izlerini silmeye çalışıyorlar bugünlerde. Bugün sabah saatlerinde köydeki sessizlik dikkat çekerken, köyden gelen bir grup çocuk kırlardan papatya toplamış. Köye girişlerine izin verilmemesi nedeniyle köy dışındaki gazetecilerin yanına gelip sohbet eden çocuklar, bugünün Anneler Günü olduğunu gazetecilerden öğrendi. Yakınlarını kaybeden Devran (6), Baran (9), Abdullah (10) ve Vesile (8), papatyaları yakınlarının mezarlarına bırakmak için toplamışlar. Onlar varken bir Anneler Günü’nü buruk yaşamamak olası değil ne yazık ki.

Aynı buruk hali perkiştiren bir diğer konu da anne hayvanlar. Zehirlenerek veya değişik yollarla öldürülen anne hayvanlar ve onların öksüz kalan yavruların varlığı. Anneler Günü sadece insanların değil tüm canlıların Anneler Günü. Hayvanların da anneleri var ancak, onlar bugünü göremediler. Onlar da anneydi. Yavrulama mevsiminde evladına süt bile emzirmeden veda eden anneler. Onların herşeyinden faydalanmak isteyen, onu bir meta olarak gören insanoğlunun dünyasında bir başına kalan yavruları. Yaşamak onların da hakkı. Ancak onlara bu hak verilmedi ve verilmiyor. Hayvanı sevmeyen bir insan, diğer insanları nasıl sevebilir, annesiz kalan bir yavrunun acısını hissetmeyen nasıl gider de annesinin Anneler Günü’nü kutlayabilir ki? Bundan sonra hayvanseverler her yıl kutlanan Anneler Günü'nü 'Anne Hayvanlar Günü" olarak anmaya karar vermiş durumdalar.

6 Mayıs 2009

İDAMLARININ YILDÖNÜMÜNDE DENİZ, YUSUF VE HÜSEYİN İÇİN



ÖLÜ MÜ DENİR ŞİMDİ ONLARA?
Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalbleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir şimdi onlara.
Suratları gergin
Suratları kararlı
Belli ki çok beklemişler
Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı
Suratları gergin
Bir savaş alanına benziyor suratları
Dudakları nemli
Son defa kendi etini öpüp
Yani son defa gerçek bir insan etini
Hazla kapanmışlar öyle
Geçirmiyor gövdeleri soğuğu
Geçirmiyor sıcağı da
Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları
Akıyorlar sonsuza
Ölü mü denir şimdi onlara.
Kimse hüzünlü olmasın
Sırası değil hüznün daha
Bir gün bir şehrin alanında
Bir mermer yığınının gözlerine
Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı
Hüzünlensin yaşayanlar o zaman
Sırası değil hüznün daha.
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
İyice sıkılsın yumruklar
Saklansın diye bir armağan gibi bu katılık
Öylesine sıkılmış ki yumrukları
Kimse hüzünlü olmasın
Kimse hüzünlü olmasın diye
Sırası değil hüznün daha.
Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
Unutulsun bu alışılmış duyarlık
O kadar sade, o kadar kalabalık ki
Unutulmaya değer onların insan gövdeleri
Ve unutulmalı mutlaka
Dolsunlar diye yüreklere
Dolsunlar damarlara.
Ölü mü denir
Ölü mü denir şimdi onlara.
Edip CanseverSonrası Kalır'dan, (1974)

4 Mayıs 2009

MAKUL ÇOĞUNLUĞA MAKUL OLMAYAN SORULAR


Bir 1 Mayıs’ı daha geride bıraktık. Son yıllarda gerginliği iyiden iyiye artan 1 Mayıs’ta 2009 farklı bir anlamla anılacak hep. Yıllar sonra sendikalar, örgütler, partiler “makul bir sayı”yla da olsa meydana çıktılar. Bir hasreti gidermekti çoğu için, özellikle 1 Mayıs 77 katliamını yaşayanlar ve 78 kuşağı için. Gelecek kuşaklar büyük ölçüde anlamayacaktır, bunun neden bu kadar zor olduğunu, niye yıllarca önlendiğini. Aynen atalarının niye yıllarca Kürtleri yok saydıklarını, Alevileri, solcuları, kadınları ezdiklerini anlamayacakları gibi. Taksim'deydi emekçiler. 1 Mayıs alanında. Halaylar çekildi. Bayraklar taşındı. Pankartlar açıldı.

Geçici bir zafer havası oluşmuştur büyük ölçüde solda (gerçi Hak-İş yaptığı açıklamayla, Taksim’e çıkılması sadece ve sadece Hak-İş’in başarısıdır dedi ama)ama bu bazı soruların sorulmasına engel değil. Benim de kafamda 1 Mayıs’tan beri bazı sorular dolaşıyor.

1. Makul çoğunluk lafını kim çıkardı, kimler sahiplendi? Taksim'e gireceklerin makul sayısı nasıl, kim tarafından belirlendi, kriterler nelerdi?

2. Bu makul çoğunluğun dışında kalanlar kimlerdi, onlar neler hissetti, hiyerarşiyle ilgili bir sorgulama yaşadılar mı iç dünyalarında?

3. Onlar makul kalabalıksa, bu kalabalık dışında kalanlar makul değil miydi? Taksim’e giremeyen gruplar, örgütler, partiler artık marjinal midir rejimin ve devletin karşışında?

4. Ara sokaklarda geçen yılı aratmayan şiddet görüntüleri yaşandı? Şiddet çıkartmak istemeyen “makul”dan da makul sayıdaki gruplara niye izin verilmedi? Sokak arasında dövüldüğünü iddia eden , TKP’lilere neler olacak, bu şiddeti yapanlar hesap verecek mi?

5. 1 Mayıs sadece sendikaların ve siyasi partilerin midir? Taksim Meydanı’nda olunacaksa orda feministinden eşçinseline, travestisinden hayat kadınına, madencisinden taksicisine, büro emekçilerinden beyaz yakalılara tüm emekçiler olsa daha iyi olmaz mıydı? 1 Mayıs bütün ezilenlerin, bütün muhaliflerin günü değil mi?

6. Çoğu ülkede 1 Mayıs, büyük bir coşkuyla kutlandı. Hatta Ukrayna’da konserler, dans gösterileri eşliğinde karnavalcasına kutlanmış. Türkiye’de hiç böyle olmayacak mı?

7. DİSK ve KESK Taksim’e girmekte bu kadar zorlanırken Hak-İş ve Türk-İş nasıl böyle kolay girebildi. Cevabı en açık olan soru bu değil mi?

8. Gelecek yıl Taksim için yine büyük mücadeleler verilecek mi, gerginlikler, pazarlıklar yaşanacak mı?

9. Gelecek yıldan itibaren artık kamuoyuna sevimsiz gözükebilecek, bir inatmışçasına yapıldığı izlenimi verecek Taksim’e çıkma mı tercih edilecek, yoksa tüm sol ve emekçiler birleşip, ortak bir alanda karnaval havasında kutlayacak mı 1 Mayıs’ı?

10, Taksim ve İstanbul’un fazlaca öne çıkarılması diğer illere, mesela çoşkulu kutlamalar olan Ankara, Bursa gibi şehirleri, Güneydoğu illerini ikinci planda bırakmıyor mu? Niye TV’ler Türkiye’nin dört bir yanından 1 Mayıs canlı yayınları yapmıyor?

11. Yıllardır kendi iç çekişmeleriyle bölüm bölüm bölünen, kendine bağırıp sadece kendine duyan Türkiye solu, Genç Siviller’in 1 Mayıs’taki eylemine bakıp hiç kıskançlık yaşadı mı, birazcık kendine geldi mi, kafalar bazı şeylere dank etti mi? Taksim'deki eski Intercontinental Oteli, şimdiki The Marmara Oteli'nin penceresinden sarkıtılan ve 1 Mayıs 77 katliamının sorumlarınınn bulunmasını talep eden o pankart eyleminin yaratıcısı Genç Siviller'e binlerce teşekkür etmek boynumuzun borcu değil mi?