11 Eylül 2008



bir söz bitişi gibi son buldu sevişler

bir yaz güneşi gibi eritir bu terkedişler

bir an duruşu gibi ömrün bitişi gibi

veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler.

aman aman yandım amman

acı yüzler kurşun gibi izler

son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda



Sadece Türkiye tarihinin değil, dünya tarihinin kara bir lekesidir 12 Eylül askeri darbesi. Kanına girdiği,hayatına mahvettiği binlerce insanla, Türkiye'nin sonraki 30 yılını karartmasıyla,Kürt sorunundan irtica sorununa kadar birçok sorunun altına dinamit koymasıyla. Ve de 17 yaşında idam sehpasına yolladığı Erdal Eren ile. Bir askeri öldürdüğü iddiasıyla, jet hızıyla yapılan göstermelik yargılama sonucu idam edilen Erdal Eren'iyle.İdam ettiği o çocuk ile.


Erdal'ı idam sehpasına kadar götüren süreç, ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in, 30 ocak 1980’de faşistlerce katledilmesiyle başlar. Olayın duyulmasının ardından, 2 Şubat 1980’de Sinan Suner’in öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapılır. Gösteriye müdahale eden askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge ölürken, Erdal Eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alınır. Eren, Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanır. 2 Şubat’ta gözaltına alınan Erdal Eren, tarihin en hızlı yargılamasının ardından, 19 Mart 1980’de idama mahkum edilir. Henüz 17 yaşındadır halbuki Erdal. 17. Ne yaşına bakılır, ne avukatlarının sunduğu delil ve tanıklara. Dünyanın dört bir tarafında idama karşı tepkiler yükselir, imzalar toplanır. Ancak karar mahkeme öncesinden verilmiştir bir kere. Karar "asmayalım da besleyelim mi" dir.

Dünya çapında yürütülen “İdamı Engelleyelim-Erdal Eren idam edilemez” kampanyasına rağmen 13 Aralık 1980’de idam gerçekleştirilir.

İşte şimdilerde serbestçe sokaklarda dolaşan,üniversite amfilerinde televizyon programlarında gençlerin alkışlayabildiği Kenan Evren ve cuntası budur. Küçücük çocuğu gözü kırpmadan idama yollayabilen bir cunta zihniyeti. Ne acı hala onu savunabilenlerin olması, ne acı hala kendini modern, ilerici, Kemalist addeden insanların "Ben darbelere karşıyım" diyememesi. Oysa ki Susurluk'tan Şemdinli'ye, Ergenekon'a kadar hepsi 12 Eylül'ün uzantılarıdır. Onları çözmeden 12 Eylül çözülemez, 12 Eylül'ün üstüne gidilmezse Türkiye'de demokrasi hep bir yönüyle eksik kalır.

Hiç mi Pinochet'i yargılayan Şili'den, cuntacılarından hesap soran komşumuz Yunanistan'ı örnek almayız? Biz darbecilerimizle ne zaman hesaplaşacağız, bunun için daha kaç 12 Eylül bekleyeceğiz?

Hiç yorum yok: